NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
سُلَيْمَانَ
الْأَنْبَارِيُّ
حَدَّثَنَا
عَبْدُ الرَّحْمَنِ
عَنْ
سُفْيَانَ
عَنْ
مَنْصُورٍ
عَنْ
رِبْعِيِّ
بْنِ حِرَاشٍ
عَنْ
الْبَرَاءِ بْنِ
نَاجِيَةَ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
مَسْعُودٍ عَنْ
النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
قَالَ
تَدُورُ
رَحَى
الْإِسْلَامِ
لِخَمْسٍ
وَثَلَاثِينَ
أَوْ سِتٍّ
وَثَلَاثِينَ
أَوْ سَبْعٍ
وَثَلَاثِينَ
فَإِنْ يَهْلَكُوا
فَسَبِيلُ
مَنْ هَلَكَ
وَإِنْ يَقُمْ
لَهُمْ دِينُهُمْ
يَقُمْ
لَهُمْ
سَبْعِينَ
عَامًا قَالَ
قُلْتُ
أَمِمَّا
بَقِيَ أَوْ
مِمَّا مَضَى
قَالَ مِمَّا
مَضَى قَالَ
أَبُو دَاوُد
مَنْ قَالَ
خِرَاشٍ
فَقَدْ
أَخْطَأَ
Abdullah b. Mes'ud (r.a)
rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İslâm'ın değirmeni
otuzbeş, otuzaltı yada otuzyedi yıl dönecektir. Eğer (bundan sonra) helak
olurlarsa, ihtilâfa düşüp din işlerini ihmal ederlerse, yolları kendilerinden
önceki ümmetlerden helak olanların yoludur. Eğer dinleri (tahrife ve tağyire
uğramadan) kalırsa, yetmiş sene devam eder."
İbn Mes'ud derki:
"Yetmiş yıl,
otuzbeş, otuz altı veya otuz yedi yıldan kalan (sonra) dan mı, yoksa baştan mı
başlar?" dedim.
Rasûlullah (s.a.v.),
"Baştan başlar" buyurdu.
Ebû Davûd der ki: (İsnadtaki
Râbî b. Hiraş'ı ha'yı noktalı olarak) " diyen hatâ etmiştir.)
İzah:
Ahmed b. Hanbel, I,
390, 393. 395. 451.
Bu hâdisîn
anlaşılmasında ulema arasında hayli ihtilâf edililmiştir. Bu ihtilâflar genelde
metinde kullanılan cümlelerin ifâde ettiği mânâları anlama konusunda olmuştur.
Bu farklı anlayışları özetlemek istiyoruz:
"İslam'ın
değirmeni: .... dönecektir." Bu cümlenin ifâde ettiği mânâda iki görüş
vardır.
1- Dinin işlerinin
düzgün olarak ve Rasûlullah devrinde olduğu hâl üzere devam etmesidir. Allah'ın
ahkâmının uygulanması, hadlerin tatbiki, hilâfet ve velayetin düzgün bir
biçimde devamıdır.
Ulema'nm çoğunluğu,
anılan cümleyi bu şekilde anlamışlardır. Onlar bu anlayışa götüren amil,
belirli bir hızla dönmekte olan değirmenin eski halinden bir değişikliğin
olmayışı eski hali ile sonraki halinin aynı oluşudur.
2- Bundan maksat,
savaşların çıkması, müslümanlarm birbirlerini Öldürmeleridir. Bu görüş Hattabî
ve Begavî'ye aittir.
Değirmenin dönmesi ile
savaş arasındaki ilgi şudur: Değirmen döndükçe, taşlar arasındaki taneleri
ufalar, öğütür un ufak eder. Savaş da, savaşa katılanların canlarını öğütür;
onları yok eder. Ayrıca Arap edebiyatında savaşın, "Değirmen taşının
dönmesi" ile ifâde edildiğini söylerler ve bunun için şahitler getirirler.
Meselâ bir şair savaşı vasf ederken "
“Bizim değirmenimiz ve
onların değirmeni döndü" demiştir. Ayrıca Ferezdak'in dedesi
Sa'saa:"Elini Ce-mel değirmeninden (yani Cemel Savaş 'ında) kaldırdığı
zaman Ali b. Ebî Talip (r.a)'a geldim" demiştir.
Avnü'l Ma'bud müellifi,
Arap edebiyatındaki bu isti 'mallar j gösterilerek; ikinci, yani Hattabî ve
Begavî'nin anlayışlarının sahih olmasının gerekliliği tarzında varid olacak
itiraza şöyle cevap vermektedir.
"Şüpesiz Araplar,
harpten kinaye olarak değirmenin dönmesini kullanırlar. Ancak bu, sözde açıkça
veya işaretle harp kelimesi zikredildiği taktirdedir. Hadiste ise, harp
kelimesi geçmemektedir. Türbeştî şöyle der.: Araplar, harpten kinaye olarak
değirmenin dönmesini kullanırlar ve harbin değirmeni döndü derler. Onların
harp kelimesini anmadan, değirmenin dönmesini savaştan kinaye olarak
söylediklerini bulamazsın. Bu hadiste harp kelimesi anılmamış, İslâm'ın
değirmeni denilmiştir. Uygun olan, bu sözden maksadın İslâm'ı anılan müddet
zarfında işinin; düzgün bir şekilde, eskiden olduğu gibi devam etmesidir.
Değirmenin dönmesinin, kişinin işlerinin düzgün bir şekilde yürümesi mânâsında
müstear olduğu vakidir..."
Avnü'l Ma'bud müellifi
bundan sonra, İbnü'l Esîr'den de önceki mânâyı destekleyen nâkiller yapmaktadır:
"Otuzbeş veya
otuzaltı, ya da otuz yedi yıl." Alimler bu sözden maksadın, Anılan müddet
zarfında mı yoksa, anılan müddetlere kadar rm olduğunda ihtilaf etmişlerdir.
Başka bir ifâde ile anılan rakamların başındaki "lam" harfinin vakit
manasında mı, yoksa gaye için olan "-İlâ" mânâsında mı olduğunda
ihtilâf etmişlerdir. Tercih edilen görüş "lâm"m vakit mânâsında
oluşudur. Bu cümledeki rakamlar arasındaki " =veya" kelimesinin hangi
mânâda kullanıldığı da tartışılmalıdır. Bazı âlimler bunun tenvî için yada
" = bilâkis" manâsında olduğunu söylerlerken, İzâletü'I - Hafâ
adındaki eserde, bunun râvîlerden birisine ait bir şek olduğu söylenmektedir.
Rasûlullah'ın haber
verdiği bu otuzbeş, otuzaltı, veya otuzyedi senelik müddetin başlangıç zamanı
hadisde zikredilmemiştir. Bu müddetin başlangıcının Hicret olması muhtemel
olduğu gibi, hadisin varid olduğu, yani Hz. Nebi'in bu sözü söylediği zaman
olması da muhtemeldir. Bu Hadis Hz. Nebi'in vefatından beş ya da altı yıl evvel
varid olmuştur.
Eğer başlangıç müddeti
olarak Hicret esas alınırsa, İslâm'ın işlerinin müstakim bir şekilde devam
edeceği, otuzbeş yada otuzaltı yıllık müddetin sonu, Hz. Osman'a karşı yapılan
ayaklanma olmuş olur, Hz. Ali döneminin bu müddetten hariç tutulması, onun
döneminde İslâm âleminin tümünde tek hükümranlığın olmayışıdır. Ama başlangıç
zamanı olarak, hadisin varid olduğu an esas alınırsa, otuzbeş yılın bitimi Hz.
Ali'de dahil Hülefa-i Râşidîn devrinin sonudur. Cemel Savaşı otuzaltı yılının
sonu, Sıffîn savaşı da otuz yedi yılının sonunda olmuştur.
"Eğer (bundan
sonra) helak olurlarsa (ihtilafa düşüp din işlerini ihmâl ederlerse, yolları
helak olanların yoludur."
Alimler, bu cümlenin
anlaşılmasında da ihtilâf etmişlerdir. Çoğunluk, bizim terceme ederken
parantezle işaret ettiğimiz şekilde anlamışlardır. Yani helake sebep olan
şeyler, helak olarak adlandırılmışlardır. Yani mânâ" eğer onlar
durumlarını değiştirir dinlerini tahrif eder, liderlerine karşı çıkar, Allah'a
isyan edip zulme dalar ve Allah'ın hududunu terkederlerse..." demektir.
Hattabî'ye göre ise bu
söz, "Şayet savaş ve cihadı terk etmek suretiyle helak olurlarsa onların
yolu önceki milletlerden helak olanların yoludur." şeklinde
anlaşılmalıdır.
"Eğer, dinleri
(tahrife uğramadan) kalırsa..."
Bizim tercememiz,
Avnü'l Ma'bud müellifinin anlayışına göre yapılmıştır. Hattabî ise, bu
cümledeki "din" kelimesinin melik manasında olduğunu söyler ve şöyle
der: "Bununla, Ben-i Ümeyye'nin saltanatı ve saltanatın onlardan,
Abbasîler'e geçişi kastedilmiştir. Hükümranlığm tam olarak Emevîler'e geçişi
ile, Horasan'da Abbasî Devletinin doğuşu ve Emeviler'in zayıflmaya başlayışı
arasında yetmiş sene kadar geçmiştir."
Avnü'l Ma'bud müellifi,
Hattabî'nin bu sözünün son derece zayıf, hattâ bâtıl olduğunu ve İbn-ül Esir'in
şu sözlerini nakleder. "Gördüğün gibi bu tevil doğru değildir. Çünkü onun
işaret ettiği müddet yetmiş sene defe gridir. Ve o müddet zarfında din kaim
değildi."
Erdebilî ulemâ'nm,
Hattabî'nin sözünü zayıf bulduklarına işaretle şöyle der. "Ümeyye oğulları
dönemi bin aydır. Bin ay, seksen üç sene ve dört ay eder"
Türbeştî'de,
Hattabî'nin yukarıya aktardığımız sözünü naklettikten sonra şunları
söylemektedir: "Allah, Ebû Süleyman'a yani Hattabî'ye rahmet etsin. Şayet
o, hadîsi iyice düşünse ve tevilini hadîsin siyakı üzerine kursa idi,
Rasûlullah'ın bu sözleri ile Emeviler'in saltanatını kastetmediğini bilirdi.
Aksine onun maksadı, Ümmetin işinin baştakilerc itaat-la, hadleri yerine
getirmekte düzenli gitmesidir."
Hadisin sonunda İbnü'l
Mes'ud, Hz. Nebi (s.a.v.) bu yetmiş senelik müddetin, daha önce geçen otuz
küsur senenin bitiminden itibaren mi yoksa, o müddetin başından itibaren mi
başladığını sormuş Rasûlullah'da başından başladığını söylemiştir. Yani
onların dinlerine ait işler, Hicret'ten (veya o sözü söylediği andan) itibaren
yetmiş sene devam edecektir.